Yaşamın Anlamını Mutlulukta Aramak

GÜNCELE DAİR

Yaşamın Anlamını Mutlulukta Aramak

Yaşamın Anlamını Mutlulukta Aramak

Yaşamın anlamı mutlulukta mı gizli? Modern insan yaşamının anlamını keşfedemediğinde ya da farkına varamadığında bunu mutlulukta arıyor. Mutlu değilse, hayatı anlamını kaybetmiş; yaşanmaya değer değilmiş ya da mutlu olmayı bir şekilde başarmak zorundaymış gibi. Bunun için sahip oldukları ona zevk vermediğinde muhakkak bir başka heyecan aramalı ya da sıkıntılardan kurtulmalı ve bir şekilde hayata pozitif bakabilmenin yollarını bulmalı.. Ancak her zaman mutlu olabilmek o kadar da kolay olmuyor. Mutluluk elbette hayatın oldukça güzel bir ilavesi ama sınırlı bir duygu; tıpkı diğer duygularımız gibi. İnsan ulaştığında kendisini mutlu edeceğini umduğu şeyleri elde ettiğinde, hemen zihninde yeni bir diğer hedef beliriyor ve mutluluk tekrar bir başka şeye erişime bağlanıyor. Çünkü elde ettiklerimizin verdiği mutluluk hissi, kısa süre içinde etkisini kaybediyor ve sahip olduklarımız sıradanlaşıyor hatta bazen bize zevk veren şeylere karşı bir bıkkınlık da oluşabiliyor. Sahip olduklarımızla bağımızı farkındalıkla sürdüremediğimizde; sağlıklı olmak, sevdiklerimizle olmak, düzenli bir işimizin olması, bahar ya da yaz mevsimi bizi heyecanlandırıp mutlu etmeyebiliyor. İyi bir üniversite kazanmaksa hedef, o elde edilince sonrasında iyi bir iş önem kazanır; sonra iyi bir evlilik; sonra çocuk örneğin. Ya da maddi zorlukları aşmaksa mutluluk beklentimiz; aştığında beklediğin kadar büyük bir mutluluk karşılamayabiliyor bizi. Sahip olmayı en çok umduğun şeye sahip olduğunda bile, örneğin çok güzel bir çiftlik evi hayalin gerçekleştiğinde; bu hayalin gerçekleşmesi sürekli bir mutluluk ve coşku hali sağlamıyor. Diğer yandan bir şeyin bizi mutlu etmesini ne kadar beklersek, o şeyde meydana gelecek en küçük aksaklıklar da bizi o kadar mutsuz eder. Harika bir düğünü olsun isteyen biri, o gün gerçekleşecek tüm olumsuzluklar ve sıkıntılardan fazlaca etkilenir. Mutluluğu amaçlamak, mutsuzluğu da beraberinde getirir. Nitekim, her hoşluk halinde bir nahoşluk; her iyilik halinde bir kötülük hali ve her mutluluk halinde de bir mutsuzluk hali mevcuttur. Psikolojik olarak esnek ve dayanıklı bireyler, mutluluk kadar mutsuzluğa da kendilerinde yer açarlar. Ne kadar çabalasak da değiştiremeyeceğimiz ve kontrol edemeyeceğimiz pek çok şey var hayatta. Daha ilk başta dünyaya gelişimizde pek çok farklı üstünlüklere sahibiz. Cinsiyetimiz, bedenimiz, doğuştan gelen yeteneklerimiz, mizacımız, zekamız, doğduğumuz yer ve zaman, ailemiz gibi bize dair pek çok şeyi bizler seçemiyoruz. Daha farklı olmasını umduğumuz bize dair çok şey var. Yaşamda bizi mutsuz eden pek çok şeyle varız ve iç içe yaşıyoruz. Örneğin ne kadar aksi için çabalayıp uğraşsak da bedenimiz her geçen gün yaşlanıyor. Sürekli tükenen ve sonlu bir yaşamdayız. Ve bu yaşamda pek çok acı da var. Uzun yaşarsan örneğin, pek çok sevdiğini kaybetmeyi tecrübe edersin. Ölüm bu yaşamın gerçeği. Ya da hastalıklar, anlaşmazlıklar, başımıza gelebilecek her türlü şey imkanlar dahilinde. Her şey bir kenara, karnını doyursan da tekrar acıktığın; yıkasan temizlesen de derleyip toplasan da tekrar kirlenen dağılan bir sonlu yaşamda efor sarf etmek zorundasın. Diğer yandan tattığın türlü lezzetler, gökyüzündeki yıldızlar, güneşli bir bahar günü, tatlı bir meltem, denizin dalgaları, sevdiklerimizle paylaştığımız pek çok güzel an, ılık bir duş, güzel bir uyku, hoş bir sürpriz, sanata ya da zanaate dair uğraşlar, mizah ve daha pek çok şey bizi kolayca mutlu edebilmekte ve sakinleştirebilmekte. Yani mutlu olmak kolay ve elde edilebilir olduğu kadar mutsuzluk da yaşamın vazgeçilmez bir parçası.

Peki yaşamın anlamı mutlulukta değilse neyde? Öncelikle bunun yaşamdan herkese verilecek genel ve soyut bir cevabı yok. Herkes yaşamının anlamını ancak kendisinde bulabilir. Kimi için varlığının kıymetli olduğu sevdiklerinde, yakınlarında ya da ona ihtiyacı olan diğer insanlarda. Kimi için sahip olduğu yetenekler ve değerlerle ortaya koyabileceği işlerde ve uğraşlarda. Kimi için tüm yaşanmışlığı ve birikimleriyle capcanlı olan geçmişinde ya da umutları, hayalleri ve amaçları için geleceğinde. Kimi için yaşamın anlamı inançlarında. Ne için yaşıyorum sorusunun cevabını bulamayanların yaşadığı hiçlik ve boşluk duygusu ve bir türlü kurtulamadıkları mutsuzluk ve acı; onları kaygılı, çökkün, karamsar bir duyguduruma sürüklüyor. 

Kendi Olmak ve Bağlı Olmak

Hayatı yaşanmaya değer kılan pek çok şey var. Bunlarla ne kadar temas halindeysek ve bunların ne kadar farkındaysak hayattan keyif almamız ve zorluklarla başa çıkmamız da o kadar kolay oluyor. İnsanın hayata geldiğinde iki temel ihtiyacı var: ilki kendi olmak ve ikincisi ise bağlı ya da bağlantıda olmak. Bu yüzden 0-3 yaşta “yeterli miyim?” ve “değerli miyim?” sorularının kim olduğumuza dair ilk cevaplarını alırız ve sonrasında yaşam boyu da kendimize dair bu cevapları tekrar tekrar sorgularız. Yeterli miyim sorusunun cevabı için kendini gerçekleştirebilme yolunda kararlılıkla merak ve cesaret gösterebilenler “kendi olmak” için çabalayan kimselerdir. Bu bağlamda “kendi olmak” istek ve ihtiyaçlarının farkında olmaktır. “Kendi olabilenler”; değişebilir, olgunlaşabilir ve öğrenebilir olduğunu bilerek kusurlarının ve eksikliklerinin farkındadır ve kendiyle bu anlamda barışıktır, yani kendini olduğu haliyle sever ve kabul eder. Yine duygularını nerede açıp açmayacağını bilir ve duygusal ihtiyaçlarının farkındadır. Diğerlerinin onayını kazanmak ya da takdirini kaybetmemek için kendi istek ve ihtiyaçlarını hiçe saymaz. Değerleriyle temas halindedir ve bu yönde kendini gerçekleştirmeye çalışır. Herkesin “kendi olmak”la ilgili farklı “ideal benlik”leri vardır. İdeal benlik de en çok değerlerle yüklüdür. İnsana yalnız “kendi olmak” yetmez; aynı zamanda bağlantıda ve bağlı olmaya da ihtiyaç duyar. Bağlantıda olmaktan maksatsa en temelde sevilmek; kabul görmek ve ait olmaktır. Bağlı olduklarımızla kurduğumuz ilişkiler, başta “sevgi” olmak üzere, “yakınlık”, “önemsemek”, “katkı sağlamak”, “bağrına basmak”, “ilgi göstermek” gibi ilişkisel değerlerle nitelik kazanır.

Sıkıntılarla Baş Edebilmek

Yaşamın anlamına dair daha çok şeyle temas halinde olmaktan söz ettik. Ve bu çaba elbette zorluklarla başa çıkmayı kolaylaştıracaktır. Ancak yine de zorluklar karşısında elbette zorlanacağız. Her zaman her durumda mutlu olmaya çalışmak yerine mutsuzluğa ve acıya da yer açmak, bizlere psikolojik esneklik kazandıracaktır. 

Nitekim zihnimiz bizi hayatta tutabilmek için sürekli tetikte ve bir sıkıntı bir tehdit var mı diye geçmişi tekrar tekrar gözden geçirip, geleceğe dair de hesaplamalar yapan ve bir sıkıntı keşfettiğinde ondan hemen kurtulmak isteyen bir yapıya sahip. Beynimizin bu yapısı sayesinde fevri davranarak fiziksel bir tehdit karşısında savaşarak ya da kaçarak (bazen de donup kalarak) hayatta kalabiliyoruz evet ama biz insanlar bunu yalnızca fiziksel bir tehdit karşısında yapmıyoruz; psikolojik tehdit karşısında da yapıyoruz. Ayrıca sadece şu an gerçekleşen tehditler karşısında değil geçmiş ve geleceğe dair tehditleri de kapsayacak bir zaman algısıyla yapıyoruz. Bunu sürekli konuşan iç sesimizin söylediklerini dikkate alarak kolayca fark edebiliriz. Kendiyle, insanlarla, dünyayla ilgili her konuda emniyette hissetmek isteyen ve bunun karşıtı olan her şeyden rahatsız olan bir zihin yapısına ve dolayısıyla onun harekete geçirdiği de bir iç sese sahibiz. Yani zihnimiz mutlu olmaya değil de daha çok sıkıntıyı bulmaya programlı ki bizi hayatta tutabilsin. Bu sebeple sürekli mutlu olmaya çalışmak, hem zihinsel dünyamız hem de varlığın içinde pek çok acı barındırması sebebiyle oldukça zor. Stres sayesinde güne uyanıyor, işlerimizi yapabiliyoruz. Akut stres oldukça yararlı ve de işlevsel. Zihin de akut stres karşısında ani manevralar yapabiliyor. Ancak kronik ve şiddetli stres karşısında kendimizi korumanın ve stresle başa çıkmanın yollarını bulmamız gerekiyor.

Bizi üzen, inciten, korkutan, endişelendiren, öfkelendiren ya da canımızı yakan pek çok sıkıntı ve acı verici olay ve durumlar karşısında meydana gelen duygularla baş etmek zordur. Bu tür acı verici duygulardan kurtulmaya çalıştıkça bizi daha da etkisi altına alırlar. Bu duyguları yaşamaya müsade etmekse, yaşanıp geride kalmasını kolaylaştırır. Böylece psikolojik dayanıklık da kazanmış oluruz. Acı verici duygular karşısında beden de tepki verir. Olumlu bir ifade gibi gelse de karnımızda kelebekler uçuştuğunu hissettiğimizde ya da bir diğer ifadeyle kötü bir şey olacakmış gibi hissettiğimizde göğüs boşluğumuzun altında hissettiğimiz ortak bir anksiyete hissini hepimiz bizi kaygılandıran pek çok olay ya da durum karşısında yaşarız. Diğer yandan kimimiz bir şeye üzüldüğünde bağırsaklarında ya da midesinde; kimimizse başında, omuzlarında ya da boynunda strese bağlı semptomlar yaşar. Bu duygulara ve bedensel tepkilere ek olarak, sıkıntı karşısında zihnimiz de sürekli sıkıntıyı ortadan kaldırmak için susmadan konuşan huzursuz, kaygılı, tepkisel, felaketleştiren bir iç sesle türlü düşünceler meydana getirir. Öncelikle şunu kabul etmek gerekir k; aklımıza gelen anılar, oluşan düşünceler, duygular ve bedensel tepkiler bizim kontrolümüzde olmaksızın meydana geliyor. Aynı şimşeğin çakması gibi; kendi gelip kendileri gidiyorlar. Tabiki bunlar karşısında nasıl tepkiler vereceğimizse bizim elimizde. Duygu ve düşüncelerin güdümünde hareket etmek ya da zihinle araya mesafe koyup mevcut durumda bize yakışanı ve fayda sağlayacak olanı yapmak.. Yani davranışlarımızı kontrol edebiliyoruz. Zihinden ayrışarak sağlıklı davranışı ortaya koymak içinse öncelikle zihnin farkında olmak gerekiyor. Olay ya da durumlar karşısında aklımızdan neler geçiyor, nasıl hissediyoruz, bedenimizde neler oluyor farkına varabilirsek eğer; bunlardan sıyrılarak farklı bir davranışı ortaya koymamız da mümkün olabiliyor. Yalnız, bu farkındalık hemen oluşmaz. Aynı fiziksel bir kasın gelişmesi için çaba harcandığı gibi bir psikolojik kasın da gelişmesi gerekir. Psikolojik farkındalık kasını geliştirmek için öncelikle 5 duyumuzla algıladığımız şeyleri daha çok fark etmekle başlayabiliriz. Gördüklerimiz, duyduklarımız, dokunduklarımız, kokusunu duyduklarımız ve tattıklarımız.. Bunların ne kadar farkındayız? Sanki çoğu zaman aslında biz orda yokmuşçasına zihnin içinde kaybolurken, meydana gelen pek çok fiziksel gerçeklikten kopuğuz. Hatta bedenimizden bile kopuğuz. Bir ayakkabının ayağımızı ne kadar sıktığını ya da ne kadar ayağımıza vurduğunu ancak canımızı çok yaktığında fark etmeye başlayabiliyoruz ya da bacaklarımıza dokunana kadar aslında ne kadar üşüdüklerini anlamayabiliyoruz. Ya da kaşlarımızı çatarak dikkatle okuduğumuz bir kitapta başımızda oluşan bir gerginlik bizi rahatsız etmediği müddetçe yüz kaslarımızı ne kadar da sıktığımızı bilemiyoruz. 

O halde daha çok mutsuz olmamak, psikolojik olarak patoloji geliştirecek şekilde sorunlar yaşamamak için öncelikle sıkıntıya kendimizde yer açmak ve sıkıntı verici duygu, düşünce ve bedensel tepkileri fark ederek içinde bulunduğumuz durumla sağlıklı şekillerde başa çıkabilmek gerek. Bu da başta bedenimizin ve beş duyumuzun daha çok farkında olabilmemiz ile yani anda kalabilmek ile mümkündür ki böylece zihin dünyamızı da fark edebilelim. 

Peki sorunlarla nasıl sağlıklı başa çıkabiliriz?

İlk olarak zihinle araya mesafe koymaktan söz etmiştik. Yani duygu ve düşünceleri fark edip bunların sıkıntı sevmeyen bir beyin bölgesinin ortaya koyduğu insani şeyler olduğunu; diğerlerinin de aynı şeyleri düşünüp, hissettiğini bilmek yani zihin dünyamızı kabullenmek gerek. Elbette bunu yaparken acı verici duygulara da kendimizde yer açmak gerekecektir. Sonrasında mevcut durum karşısında değiştirilebilir olan şeyin kendi davranışlarımız olduğunu bilerek; durum değiştirilebilir mi bu sorunun cevabını vermek gerek. Zihnimiz çoğu zaman hiç değiştiremeyeceği pek çok durum karşısında “neden böyle, keşke böyle olmasaydı, ben bunu yaşamak zorunda mıyım, böyle olmamalı” şeklinde işlevsiz düşüncelerle meşguldür ki bu bizi güçsüz ve zayıf hissettirir ve yaşamı da kontrol edilemez olarak görmemize yol açar. Değiştiremeyeceğimiz şeylerdense mevcut durumda yapabileceğimiz neler olduğuna odaklanmaksa “kontrolün bizde” olduğunu hissettirir. Değiştirebileceğimiz şeylerse diğerlerinin davranışlarından ziyade kendi davranışlarımızdır. Değişimi talep etmek değişimin gerçekleşmesi için yeterli değildir. Değişim sabır, zaman ve emek gerektirir. O halde, durum ne olursa olsun muhatabımız ne yaparsa yapsın bizim kontrolümüz kendi davranışımız üzerindedir. Bizler eğer duruma ve kişiye göre tepkiler verirsek, biz biz olamayız. Olmak istediği “ideal benlik”ten uzaklaşan birisi ise kendiyle ve hayatla barışık olamaz ve sonuçlarından memnuniyet duyamayacağı çok fazla şeyi yapmış bulur kendini.

 

Kaynakça:

Frankl, V. E. (2019). İnsanın Anlam Arayışı. İstanbul: Okuyan Us Yayınları.

Harris, R. (2021). Mutluluk Tuzağı. İstanbul: Litera Yayıncılık.

May, R. (2011). Kafese Konan Adam. Ankara: Arkadaş Yayınevi.

Öznur, T. (2021). Kabul Kararlılık Terapisi Temel Eğitimi. Ankara: Papillon.

Öznur, T. (2021). Kabul Kararlılık Terapisi Çift/Evlilik Terapileri Eğitimi. Ankara: Papillon.

Schmid, W. (2019). Mutsuz Olmak Bir Yüreklendirme. İstanbul: İletişim Yayınları.

https://www.youtube.com/watch?v=GN1sPJjvc6U

https://www.youtube.com/watch?v=WCBvCzz2WzY

https://kemalsayar.com/insana-dair/steven-hayes-mutluluk-bos-bir-vaattir

 

Klinik Psikolog Şuheda KARAKAYA AYDIN
Etiketler: